Hayat hayatla besleniyor, insan hayatla, yaşadığı ilişkilerle.
Gece gündüz gibi sürekli yer değiştiriyor herşey.
Bir kendini hatırlıyor insan, bir unutuyor.
Bir özgür bırakıyor, bir yargılıyor, tutsak alıyor.
Kimi zaman gerçeklere ulaşmaya çalışıyor.
Kimi zaman sahte olandan uzaklaşmaya.
Aslında sahte olandan uzaklaşırken gerçeklere de yaklaşıyor.
Gerçeklere ulaşmaya çalışırken sahte olandan da uzaklaşıyor.
Geldiği her yol ayırımda bir tercih yapıyor insan. Kah ipleri düne bağlı düşüncelere dalarak, kah hayalinde canlanan görüntülere kendini kaptırarak.
Yürümeye başlıyor, seçtiği bu yolda.
Ardından tereddütler, korkular, endişeler yavaş yavaş yeşermeye başlıyor beyninde, acaba bu yol benim için doğru olan mı diye!
Varsayımlar, önyargılar -bulutların güneşi etkilemeksizin örtmesi gibi- gerçekliği yavaş yavaş kapatmaya başlıyor.
O ilk an da yüreğinde çalmaya başlayan mutluluk şarkıları bir süre sonra yerini korkuların çığlıklarına bırakıyor.
Oysa yolun hiç bir önemi yok. Önemli olan daima ileriye doğru yürümek.
Olmak zorunda olan her zaman olmaya devam ediyor.
Devinen, öğrenen, keşfeden, gelişen olmak insanın istese de vazgeçemeyeceği kaderi.
Yürüdüğü sayısız yolun sadece en sonuncusu onu hedefine ulaştırıyor olsa da, aslında ondan önce yürüdüğü her yol, onu varmak istediği o ana hedefe biraz daha yaklaştırıyor.
İçten, dürüst, kararlı yürümeye devam etmek belki de tek koşul.
Her yaşanan yeni bir farkındalığın kapısını aralıyorsa, neyin yaşandığının bir önemi var mı ki?
Yaşanan günahların bile içtenlikli bir günahkara öğretecekleri var, tıpkı erdemlerin bir ermişe öğrettikleri gibi.
Yürüdüğü yolda gördüğü, işittiği, dokunduğu, hissettiği, düşündüğü, umduğu herşey tamamen öznel.
İsimsiz olanı isimlendiren, tanımsız olanı etiketleyen, şekilsiz olanı şekillendiren insanın yine kendisi.
Su nasıl içinde bulunduğu kap tarafından şekillendiriliyorsa.
Yaşananlar da tamamen zihin tarafından şekilleniyor, projekte ediliyor, kendi tarzında renklendiriliyor.
Herşey zihinde oluşmuş neyin gerçek olduğu kanısına bağlı.
İnsan aslında kendi iklimini kendisi yaratıyor.
Ne büyük tesadüf ki!
Bütün yollar sonunda insanı kendisine ulaştırıyor.
Her yolun sonunda insanı sadece kendisi bekliyor.
Yol insanın kendinden geçerek onu kendinden öteye götürüyor.
En sonunda birlikte yürümeye başlıyor insan yolları kendisiyle, kendinle arkadaş oluyor, birlikte yürümek hoşuna gitmeye başlıyor, kalbinde sevgiye yer açıyor.
Kendine güvendiğin de içinde darmadağan duran herşey yerli yerini buluyor.
İçeride herşey dingin olduğunda hayat olağanüstü bir canlılık kazanıyor.
Sonunda gururundan değil, kendi ışığı kendine yettiği için kimseden bir şey beklememeye istememeye başlıyor.
Güzeli olan da hiç sahip olmadığını bulmaya çalışmak yerine, asla kaybetmemiş olduğunu, senden alınamaz olanı bulmak değil mi zaten?
Geçici olanın içinde kalıcı olanı, gerçek olmayanın içinde gerçek olanı “kendini” bulmak.
Kendini olduğun gibi kabullenmek, kendinin farkında olmak, bilgeliğin, anlamanın da başlangıcı sanki...
25 Mart 2012
Haşim Arıkan
Fotograf : Denzel Washington
3 yorum:
ne güzel anlatmışsın üstadım..
çok anlamlı bir yazı olmuş.
herkesin herkesten öğreneceği bir şey var illaki..
öyle..
Yorum Gönder