“Dün, bugün, yarın” üçgeni içine sıkıştırdığımız zaman, bizi dünden uzaklaştırırken, aynı hızla da yarınlara doğru yaklaştırıyordu. Yaşananlar, bugün olduğunda, birer anıya dönüşüp düne yapışıp kalırken, yaşanmak istenenler hayallere asılı bugünden yarınlara doğru uçuşuyordu.
Dün bugünün korkusu, yarın bugünün umudu olmaya soyunduruldu.
Dünden bugüne sızan korku, yarının umutlarının arasına sessizce kuşkuyu saldı.
Kuşku, inancı boğdu, içindeki zehiri an’a akıttı.
Zehirlenen an, umutlarını yitirip, telaş içinde, bugünü, düne ve yarına iyice bulaştırdı.
Dün, bugünü, eğer farklı bir şey yaparsa hiç bir şeyin bir daha eskisi gibi olamayacağıyla korkuttu. Yarın farklı bir şey yapmazsa herşeyin yine düne benzeyeceğiyle.
Korkunun tamamen esiri olan bugün, telaş içinde yarınlardan topladığı “hayalleri” hızla öğütmeye, onları sürekli “asla olamayacaklar” listesine kaydetmeye başladı.
Yarının bilinmeyen mutlulukları, dünün bildik acılarına yenik düştü.
Yaşanan yalnızlıklar, öğrenilmiş çaresizliklere dönüştü.
O gün geldi…
Zaman, sıkıştığı “dün, bugün, yarın” üçgeninden kurtuldu, sonsuzluğun içinde eriyip yok oldu.
İnsan, olabileceklerin tümünü o an da gördü.
Ama hiç biri olamamıştı….
05 Mayıs 2009
Haşim Arıkan
Fotograf: Al Pacino
1 yorum:
Ömür dediğin
üç gündür,
dün geldi geçti
yarın meçhuldür
O halde
ömür dediğin
Bir gündür,
O da bugündür
der ya hani Can Yücel
işte öyle bir şey...
Yorum Gönder