Düşündün mü hiç?
Doğduğun günden başlayarak, içinde yaşadığın toplumla her gün biraz daha burularak nasıl sarmal hale getirildiğini!
Gerçekten de yaşanması gereken hayat bu mu sence?
Sürekli birilerine bağımlı olmak!
Kendini sürekli başkalarında aramak!
En değerli, en önemli ilgi alanlarını hep başkalarının içine koymak!
Birbirimize benzeyerek, sürekli birbirinin kopyası hayatlar yaşamaya çalışmak!
Kendi ruhunun kendine yetemeyeceğinden korkmak!
Attığın her adımda sürekli başkalarının da onayına, onlardan gelecek motivasyona ihtiyaç duymak!
Farkında mısın?
Nasıl da kuvvetli bir ağ oluşmuş çevrende.
İplerin bir ucu sana bağlı. Diğer uçları ise, herkesin elinde.
Sanki herkes senin efendin. Sen kendinden sürgün, gönüllü bir köle.
Düşündüğün oldu mu hiç?
Benim bugüne kadar hiç gerçek kişisel bir arzum oldu mu, ben bugüne kadar diğer insanlardan hiç etkilenmeden, onların beğenilerini önemsemeden, sırf içimden geldiği için, neler hayal ettim, neler arzuladım diye?
Merak eder misin hiç?
Neden bir türlü mutlu olamıyorum diye.
Neden sürekli, beğenilmeye, hayranlık duyulmaya, dikkat çekmeye, etrafımdakileri etkilemeye, ……… çalışıp, yaptığım her şeyi hep başkalarına göstermeye, onlar tarafından fark edilmeye, onaylanmaya ihtiyaç duyuyorum diye.
Özgür, özgün bir hayat yerine, bağımlı, ikinci el bir hayat yaşamak!
Hadi kapat gözlerini ve sıfırdan hayal etmeye çalış yaşadığın herşeyi.
Bu dünya da yapayalnız, bir başınaymışsın gibi,
Hiç kimseye dokunmamış, hiç kimse tarafından dokunulmamış, hiç kimseye bakmamış, başkalarından tek bir sufle almamış gibi...
Sana öğretilen, ama aslında olmayan kollektif bir beyinle, toplumsal kimliğinle değil, kendi bireysel kimliğinle, kendi özgür beyninle, otantik benliğinle, hakkını vererek bir kez daha düşün hepsini.
Ve şu sorunun cevabını ver kendine, sadece senin duyabileceğin bir sessizlikle.
İnsanın kendi ruhu, öz benliği yetemez mi kendine?
10 Mayıs 2008
Haşim Arıkan
Fotograf: Faye Dunaway
0 yorum:
Yorum Gönder