Bu dünyaya asla öylesine gelmedin.Ve bir gün asla öylesine veda edip gitmeyeceksin.


Düşündün mü hiç?
Seni her sabah yatağından neyin uyandırdığını?
Her gün nereye doğru, neden gitmekte olduğunu?
Bu hayatın ne için yaşandığını? 

Varlığının evrenin bir yerinde, bir şeyleri hiç değiştirip değiştirmediğini?
Adına yaşam denilen bu büyük armağanın sana neden verildiğini?


Düşündün mü hiç?
Bugüne kadar hangi yolları izledin?
Kimlerin yaşamlarına dokundun?
Dokunuşlarınla onların hayatında neleri değiştirdin?
Sevginle nelerin değerini çoğalttın?
Kimlerin seni gördüğünde içi neşeyle doldu?
Onlara her zaman sevip, anlamlarını hiç bir zaman değiştirmek istemeyecekleri neleri sen yaşattın?
Kimlerin kendilerini açığa vurabilmelerine, gerçekte kim olduklarını anlayabilmelerine sen yardım ettin?
Kimler senin mutluluğunu görüp, kendi mutlulukları için cesaretlendi?
Kimler senin sayende kalplerindeki gerçek duyguların o muhteşem enerjisini hissetti?

Düşündün mü hiç?
Varlığınla dünyada nasıl bir fark yarattın?
Hangi gerçekliklerin yaratılışında sen rol aldın?
Hangi duyguların, hangi düşüncelerin başlangıç noktasında sen vardın?
Hangi ihtimaller senin sayende hayat buldu?

Senin sayende evrenin akışı nerede, nasıl farklılaştı?
Sen olmasaydın evrende acaba neler hiç yapılamamış olarak kalırdı?

Düşündün mü hiç?
Senin herşeyin bir parçası olduğun gibi herşeyin de senin bir parçan olduğunu.
Bir çok başlangıcın öncesinin, bir çok bitişin sonrasının sen olduğunu.
Kendini akıp giden bir nehir gibi hissetsen de akmakta olan suyun ulaştığı son noktanın koskoca bir deniz olduğunu.

Birbirini tetikleyen, birbirine karışan, birbirinin içinde eriyip, birbiriyle tamamlanan, bütün hareketlerin, bütün seslerin, bütün amaçların, bütün özlemlerin, bütün çilelerin, bütün mutlulukların, bütün acıların, bütün iyi ve bütün kötü şeylerin oluşturduğu evren de ki, birlik, bütünlük ve mükemmeliği, fark ettin mi hiç?

Bu dünyaya asla öylesine gelmedin.
Ve bir gün asla öylesine veda edip gitmeyeceksin.
Herşeyin bir nedeni, bir anlamı olduğu gibi senin hayata gelişinin de bir amacı, bir anlamı, bir değeri, bir önemi var.

Varlığının, evrenin o muazzam kurgusu içinde hangi önemli görevleri üstlendiğini, hangi güzellikleri, hangi mükemmellikleri tetiklediğini, hangi olumsuz ihtimalleri doğma şansı tanımadan yok ettiğini,

Düşündün mü hiç?

11 Ekim 2010
Haşim Arıkan



Asla bilemezsin...


Hiç hesapta yokken, ansızın, bir an da baş verir zihninde bir düşünce!
Belki bir kırgınlık, belki bir hayal kırıklığı, belki de bir anlık öfkeyle...
Neden, niçin, nasılını tam sorgulamadan bir bakarsın ki tetiği çekmişsin.
Kendini o düşünceye teslim etmişsin.

Sihirli bir güç, her şeyi kilitler sanki o dönemde! 
Ne sana dur, ne yapıyorsun diyen çıkar, ne de sen, adımların bir süre sonra seni geri geri çekse de kendini bu kararından döndürürebilirsin.

Zaman akıp geçer...
Sen, seni önüne katıp götüren bir akıntının önünde sürüklenirsin.
Ne kendini bu akıntıya tam teslim edebilirsin, ne de artık geri dönüp bir şeyleri değiştirebilirsin.

Yaşanması gereken ne varsa yaşanır.
Hayat en sonunda seni getirip bir noktada bırakır.
Zihninde uçuşan Neden? 'lerle başbaşa kalırsın.

Neydi seni hiç hesapta yokken bu bulunduğun noktaya sürükleyen şey çözemezsin!

Bazı şeyleri kendinden ne kadar uzak zannetsen de, aslında hayattaki her şey zihninde ansızın filizlenip seni teslim alacak bir düşünce kadar uzaktır sana, bunu pek fark edemezsin.

Olması gereken -sana rağmen- her zaman olmaya devam eder.

Hayat denen oyunda, bir sonraki sahnede rolünün ne olduğunu o an'ı yaşamadan asla bilemezsin...

3 Haziran 2016
Haşim Arıkan

Başkayı görerek başkalaşan zihnimiz...


Nedense, izleyiciyiz!
Sadece seyrediyoruz,dinliyoruz çevremizde yaşananları.
Hep dışındayız değil mi sahnede oynanmakta olan oyunun?
Bilerek, isteyerek oyunun dışında bırakıyoruz kendimizi.
Sadece gözlemliyoruz! Duygularımızı sunuyoruz, retinamıza yansıyıp, beynimizin kıvrımlı kanallarını aşarak zihnimize ulaşan, sahnede yaşanmakta olanlara!

Huzursuzluğumuzu, kafa karışıklığımızı hep başkalarının söyledikleriyle bastırmaya çalışıyoruz!
Her şey sanki bir alışkanlıktan, aynı yalanın hep birlikte tekrarından ibaretmiş,
Hiç kimse esas oglan değil, hepimiz figüranmışız gibi.

Acaba yaratıcı olma kapasitemiz, hayattan keyif alma yeteneğimiz, bu yüzden mi azalıyor sürekli?

Haşim Arıkan
20 Nisan 2012

Keşke yaşam diye kendime seçtiğim yol, bir yolumun olmaması olsa!


Bugün kendim için farklı bir yol seçsem diyorum.
Bugün her gün sergilediğim normallik gösterilerimi sergilemek için uğraşmasam.
Yani bugün olmam gereken olmasam.

Bugün sadece yaşasam.
Benim için en iyisi olduğuna karar verdiğim şey yerine, içimden ne geliyorsa bugün ben onu olsam.

Kısacası bugün bir şey için yaşamasam.
Bugün kendimle uyum içinde kalıp, kendimle barışık olsam.

Keşke yaşam diye kendime seçtiğim yol, bir yolumun olmaması olsa.
Tek alışkanlığım ise hiç bir alışkanlık edinmemek.
Sürekli dünün planlarında pişmiş bayat başarılarlarla dolu bir hayatı yaşamaya çalışmasam.

Her zaman mükemmel olmaya çalışmak ne kadar yoruyor insanı!
Hayatı hep planladığın gibi yaşamaya çalışmak.
Hiç öyle olmadığı halde, öyle olduğunu hayal etmek için sürekli çabalamak.

Hayatı yaşamak yerine, sürekli onu analiz etmeye çalışmak ne kadar zor  bir şey.
En büyük hatalarımdan biri de bu sanırım.
Fark ettim ki, hayat aynı anda hem yaşanıp, hem anlaşılmıyor.
Duygu ve bilinç aynı anda aynı mekanda barınamıyor.

Hem neyin sonsuza kadar anlamı var ki?
Gerçekler onlar hakkında konuşurken bile değişiyor.
Hiç bir şey yarın bile bugünkü anlamını taşımıyor.

Şimdi şu an bu yazıyı okurken düşündüklerin, bir gün bu yazıyı tekrar hatırladığında düşüneceklerinden daha doğrudur diyebilir misin?

Sürekli zihnimdeki ayak izlerini takip ederek aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamak yerine, farklı deneyimler yaşamayı daha çok arzuluyorum!
Garip olansa beklenmedik, farklı şeyleri ancak hata yaptığım zamanlarda yaşayabiliyor olmam.
Sanırım hata yaptığım zamanlar da, ben daha çok ben oluyorum.
Fark ettim ki ben asıl hatalarımı dinlerken büyüyorum

Evet. Ben bugün hata yapmaktan da korkmuyorum.
Ben bugün, kendimi kendime satmak için de bir şey yapmak istemiyorum.

Bugün ben kendimi şanslı hissediyorum, çünkü bugün bir gün daha verildi bana!
Hissetmek, görmek, duymak, dokunmak, okumak, koklamak, paylaşmak, sevgi ve mutluluk için, bir gün daha...
Ben bugün, bir gün daha hayattayım.

Olmayanları düşünüyorum...

3 Mart 2013 - 16 Haziran 2016
Haşim Arıkan




Dipnot: Bu yazı Hugh Prather'in Kendime Notlar isimli kitabından alıntılar içermektedir.

Sen de olmayan neyi ben sana verebilirim ki?



Bir kaç gündür keyfim pek de yerinde değil.  Biraz olsun rahatlayabilirim umuduyla onunla sohbet için fırsat kolluyorum.  Ara, ara kapısının önünden geçiyorum. Şansıma, ya odasında yok, ya da birileriyle toplantı halinde. En sonunda onu odasında yalnız yakalar yakalamaz kendimi içeriye atıyorum. Yüzüme bakıp da halimi fark edince gülümsüyor sadece ve ilk cümle için susup, sözü bana bırakıyor.

“Karmakarışığım bu aralar. Kendimi sanki düşünce bulutlarının içinde kaybolmuş gibi hissediyorum. Kafamın içinde sürekli bir mırıltı, bir faaliyet var. Kendimle ilgili bir sürü cevapsız soru, bir yığın zayıf düşünce sürekli uçuşup duruyor beynimin içinde. Beni bu durumdan kurtaracak bir sırrın varsa lütfen bana söyle.”

Gülümsüyor. “Biliyor musun?  Senin tek bir sorunun var aslında. Kendine bir türlü güvenememen. İhtiyacın olan tüm kendini bilişe her zaman sahipsin. Lütfen kendine sana kendini kanıtlaması için şans ver.  İçinde daha derinlere ulaşmak, içindeki zenginliklerle, bilgeyle tanışmak için daha fazla çaba harca. Yaptığın sorgulamalara bütün zihninle, kalbinle, tüm varlığınla katıl. Kendine sorunu yöneltikten sonra, onun içine işlemesine, mayalanmasına izin ver.  Sen de fark edeceksin ki aslında aradığın cevaplara ulaşmak için kendinden başka hiç kimseye ihtiyacın yok.

Söyler misin? Ben sen de olmayan neyi sana verebilirim ki? “

Eminim ki ben zihnimdeki düşünce bulutları içinde kendimi kaybolmuş hissederken, o aynı bulutların içinde, masmavi gökyüzünün, güneşin, ayın, yıldızların tadını çıkartıyor.

Aramızdaki tek fark ise düşüncelerimiz! "Neyin gerçek olduğunu düşündüğümüz!"

10 Ocak 2013
Haşim Arıkan

Oyunu oynamayı red edersen oyunun dışında kalırsın...


Diyorum ki; Yaşadıklarıma düşüncenin enerjisini karışmadan yaşamayı bir türlü beceremiyorum. 

Gülümsüyor. "Dikkatini düşüncelerinin üzerine değil aralarına ver" diyor. "Kalabalıkta yürürken karşına çıkan her insanla kavga etmezsin değil mi? Aralarından yolunu bulur geçersin sadece."

13 Temmuz 2014
Haşim Arıkan

Örümcek


Tüm deneyimlerimizi cümlelerle canlanan birer anı olarak sürekli zihnimizde istifliyoruz.

Bir örümceğin kurbanını ağıyla sarması gibi kendimizi zihnimizde istiflediğimiz bu cümlelerle sarıp sarmalıyoruz. İşin kötüsü örümcek de biziz, kurban da. Sürekli kendi ağımıza düşüyoruz...

Zihnimizdeki cümleler bize kim olduğumuzu, neler yapabildiğimizi söylese de biz yine de onların bize söylebileceklerinden çok daha fazlayız. 

Cümleler sadece sınırlar değil, yeni şeyler de yaratır...

13 Ocak 2015
Haşim Arıkan

Fotograf: Spectre

Hepimizin sessizliklerin de hep aynı itiraflar gizli...

Sürekli unutuyorum.
Herkesin aslında benim gibi, sadece insan olduğunu.
Onların da, benim dahil olduğum o büyük bütünün, benim gibi sadece küçücük bir parçası olduğunu.
Büyük bütünün, küçük parçalarının ürettiği güzel veya çirkin, iyi veya kötü gerçekliklerle evrildiğini.
Tarih denilen şeyin bu küçük parçaların yarattığı gerçekliklerle yazıldığını, şekillendiğini, değiştiğini.
Her bir küçük parçanın yarattığı gerçeklerle, diğer insanlar için yeni bir farkındalık yarattığını ve onlara yeni bir örnek oluşturduğunu.
Herkesin ancak bu sayede kendisinin neyi desteklediğini fark edebildiğini.

Ben de bilemiyorum ki, herkes gibi.
Kime dünya denilen bu sahnede hangi rolün verildiğini, kimin kendisine verilen bu rolün hakkını verdiğini, kimin rolünü fazla abarttığını.
Kimin o büyük bütünün evrilmesine ne kadar katkı sağladığını.
Kimin hangi konuda yetenekleri olduğunu, hangi özel yönünün bulunduğunu.
Kimin varlığının, nelerin anlamını, değerini artırdığını.

Ama yine de duramıyorum;
Yargılıyorum sürekli her şeyi, herkesi...
Beynime ulaşmış olan en son bilgiye göre.
Gerçek sadece benim beynindeki bu bilgilerle sınırlıymış ve herkes için geçerli doğrular sanki benim zihnimdeymişcesine.

Dışlıyorum...
Başkalaştırıyorum...
Farklılaştırıyorum kendimi, “normal” olarak adlandırdığım beynimdeki şablonlara tam oturmayanlardan.
Sanki ben onlardan daha iyi ya da onlar benden daha az olabilirmiş gibi.
Sanki ben onlardan daha önemli, daha değerli olabilirmişim gibi.

İnsanım ben de aslında, herkes gibi.
Hepimizin sessizliklerin de hep aynı itiraflar gizli sanki...

11 Aralık 2010 - 26 Mart 2015
Haşim Arıkan

Günahların da içtenlikli bir günahkara öğretecekleri var, tıpkı erdemlerin bir ermişe öğrettikleri gibi...


Hayat hayatla besleniyor, insan hayatla, yaşadığı ilişkilerle.
Gece gündüz gibi sürekli yer değiştiriyor herşey.
Bir kendini hatırlıyor insan, bir unutuyor.
Bir özgür bırakıyor, bir yargılıyor, tutsak alıyor.
Kimi zaman gerçeklere ulaşmaya çalışıyor.
Kimi zaman sahte olandan uzaklaşmaya.
Aslında sahte olandan uzaklaşırken gerçeklere de yaklaşıyor.
Gerçeklere ulaşmaya çalışırken sahte olandan da uzaklaşıyor.

Geldiği her yol ayırımda bir tercih yapıyor insan. Kah ipleri düne bağlı düşüncelere dalarak, kah hayalinde canlanan görüntülere kendini kaptırarak.
Yürümeye başlıyor, seçtiği bu yolda.
Ardından tereddütler, korkular, endişeler yavaş yavaş yeşermeye başlıyor beyninde, acaba bu yol benim için doğru olan mı diye!
Varsayımlar, önyargılar -bulutların güneşi etkilemeksizin örtmesi gibi- gerçekliği yavaş yavaş kapatmaya başlıyor.
O ilk an da yüreğinde çalmaya başlayan mutluluk şarkıları bir süre sonra yerini korkuların çığlıklarına bırakıyor.

Oysa yolun hiç bir önemi yok. Önemli olan daima ileriye doğru yürümek.
Olmak zorunda olan her zaman olmaya devam ediyor.
Devinen, öğrenen, keşfeden, gelişen olmak insanın istese de vazgeçemeyeceği kaderi.
Yürüdüğü sayısız yolun sadece en sonuncusu onu hedefine ulaştırıyor olsa da, aslında ondan önce yürüdüğü her yol, onu varmak istediği o ana hedefe biraz daha yaklaştırıyor.
İçten, dürüst, kararlı yürümeye devam etmek belki de tek koşul.
Her yaşanan yeni bir farkındalığın kapısını aralıyorsa, neyin yaşandığının bir önemi var mı ki?

Yaşanan günahların bile içtenlikli bir günahkara öğretecekleri var, tıpkı erdemlerin bir ermişe öğrettikleri gibi.

Yürüdüğü yolda gördüğü, işittiği, dokunduğu, hissettiği, düşündüğü, umduğu herşey tamamen öznel.
İsimsiz olanı isimlendiren, tanımsız olanı etiketleyen, şekilsiz olanı şekillendiren insanın yine kendisi.
Su nasıl içinde bulunduğu kap tarafından şekillendiriliyorsa.
Yaşananlar da tamamen zihin tarafından şekilleniyor, projekte ediliyor, kendi tarzında renklendiriliyor.
Herşey zihinde oluşmuş neyin gerçek olduğu kanısına bağlı.
İnsan aslında kendi iklimini kendisi yaratıyor.

Ne büyük tesadüf ki!
Bütün yollar sonunda insanı kendisine ulaştırıyor.
Her yolun sonunda insanı sadece kendisi bekliyor.
Yol insanın kendinden geçerek onu kendinden öteye götürüyor.

En sonunda birlikte yürümeye başlıyor insan yolları kendisiyle, kendinle arkadaş oluyor, birlikte yürümek hoşuna gitmeye başlıyor, kalbinde sevgiye yer açıyor.
Kendine güvendiğin de içinde darmadağan duran herşey yerli yerini buluyor.
İçeride herşey dingin olduğunda hayat olağanüstü bir canlılık kazanıyor.
Sonunda gururundan değil, kendi ışığı kendine yettiği için kimseden bir şey beklememeye istememeye başlıyor.

Güzeli olan da hiç sahip olmadığını bulmaya çalışmak yerine, asla kaybetmemiş olduğunu, senden alınamaz olanı bulmak değil mi zaten?
Geçici olanın içinde kalıcı olanı, gerçek olmayanın içinde gerçek olanı “kendini” bulmak.

Kendini olduğun gibi kabullenmek, kendinin farkında olmak, bilgeliğin, anlamanın da başlangıcı sanki...

25 Mart 2012
Haşim Arıkan

Fotograf : Denzel Washington

Hayat hayatla beslenir...


Sen de herkes gibi fikirlerinle ve düşüncelerinle dünyaya nüfus etmek için buradasın.
Hayata bir anlam, bir renk daha katmak için.
Dünyaya temiz bir havadan, yeni bir soluk daha getirmek için.

Dünya denilen sahne;
Gerçekliğin olası zaman dilimleri!
Sen içlerinden birini seçene dek.

Herşey sana....., senin neyin gerçek olduğunu düşündüğüne bağlı.

Sabit bir zihinle, bir inanca, bir ideolojiye, bir felsefeye körükörüne bağlanıp, gerçeği somutlaştırırsan.
Gerçek olma özelliğini artık yitirmiş dünün yalanını bir kez de sen tekrar edersin.

Gerçekliğin aslında bir zihin olasılığı olduğunu keşfedip, onun olmakta olanın içinde sürekli hareket ettiğini fark edersen.
Kıvrak zekan ve esnek yüreğinin sana sunacağı farklı seçimlerle dünya için yeni bir gerçeklik üretirsin.
Yaşamın bir yerinde, birşeyleri sen değiştirir,  dünyaya temiz bir havadan, yeni bir soluk daha da sen getirirsin.

Hayat her zaman hayatla beslenir.
Yaratılan her yeni gerçekle, zihnindeki düşünceler yeniden şekillenir.

Düşüncelerin değiştikçe, seçimlerin değişir.
Seçimlerin değiştikçe, hayatının da nasıl değiştiğini keşfedersin.

Önemli olanın, fikirler, sistemler, ideolojiler, felsefeler değil, insanın kendisi olduğunu fark edersin.

Sana sanki herkesin kendine ait bir öyküsü varmış gibi görünse de , tüm öykülerin gerisinde ki daima tek öykü kalır yaşanandan gelecek nesillere.
Ama acı, ama mutluluk, ama nefret, ama sevgi ile işlenmiş, üzerinde o an’a dokunan herkesden izler taşıyan.
Üstlendiği rol -iyi ya da kötü- ne olursa olsun, ürettiği gerçeklerin yarattığı farkındalık nedeniyle, herkesi özel ve önemli kılan...

19 Aralık 2011
Haşim Arıkan

Kimiz biz?


Ne olduğumuzu bildiğimiz de kendimizi bildiğimizi sanıyoruz.
Bildiklerimizse kısıtlamalar ve sınırlar.
Bunlar mı gerçekten kim olduğumuz?

Kendimizi neden tarif ederek sınırlamaya çalışıyoruz ki?

Kimiz biz?
Yoksa sınırsızlığın sınırlarını biz biliyor muyuz?

16 Ocak 2012
Haşim Arıkan

Yeniden şekillenmek için önce tamamen erimek.


İnsan oldun.
Yeryüzüne doğdun.
Saf, dokunulmamış, masum ve suçsuz.
Ne olduğunu ya da ne olmadığını bilemeyen bir hiç.
Hiçbir yerden başlamayan sözcükler beyninden geçip bilinmeyen bir boşlukta anlamlarını yitiriyorlardı o ilk zamanlar da .
Dünsüz düşüncelerin eşliğinde yaşadığın herşey nasıl da heyecanlandırıyordu seni.

Zaman ilerledi.
Bilinç harekete geçti. Seni çevreleyen dünyanın bilgi bombardımanı altında.
Zihin uyandı. Sana bellek ve imgelemeden oluşan bir dünya yarattı.
Nedensellikle yönetilen bir dünya.
Herşeyin mutlak bir nedeni vardı ve hepsinin de bir yanıtı.
Her yanıtsa düne dair bir inancın, bir ideolojinin devamı.

Doğmuştun bir kere artık duramazdın
Durmadan, duramadan yaşadın.
Zamanla benzemeye çalıştığın o büyük kalabalıklar gibi sen de biliyorum demeye başladın.
Olmakta olanı gözlemlemeyi bıraktın.
Oysa biliyorum demek yaşamıyorum demekti!
Dahil olduğun inanç sisteminin seni de uyuttuğunun farkına varamadın.

Fark etsen de, belki hiç bir şey değişmeyecekti.
Belki de oynadığın oyunun kuralı böyleydi!
Uyanmak için önce uyumak zorundaydın.
Yeniden şekillenmek için önce tamamen erimek.
Yaratmadan önce yok etmek.

Adına hayat denilen tuhaf bir oyundu bu oynadığın.
Doğmak, yaşamak, tüketmek, sahip olduklarını yeniden fark etmek!
Kendini bir kez daha inşa etmeye başlamak için, bir gün artık hazır olduğunu hissetmek.

Önce erimek, sonra varlığını yeniden teyit etmek…

11 Nisan 2011
Haşim Arıkan

Fotograf: Russell Crow

Ancak o zaman...


Zihnimde ki ipleri düne bağlı düşüncelerle hayatı, kendimi, dünyayı sorgulamaya başladığım bir anda çıkıyor yine ortaya.

“Zihnini çok fazla düşüncelerle meşgul edip, kendi özündeki koşullanmamış özgürlük ile bağını kopartmamalısın.”

diyerek başlıyor sükunet kokulu cümlelerini ardarda sıralamaya.

“Sen de sen olmayanları ayıklarak, zihnini yıllardır biriktirdiğin çöplerden kurtararak başlayabilirsin kendin için bir şeyler yapmaya.
Eğer, içinde daha derinlere ulaşmak, içindeki zenginliklerle tanışmak istiyorsan, kendin için daha fazla çaba harcamalısın.
Daha fazla sen olabilmek istiyorsan sorgulamalarına bütün zihninle, kalbinle, tüm varlığınla katılmalısın.
İçinde yaşadığın oluşturulmuş düzen tarafından derinden koşullandırılmış zihnini dağıtmalı, kendi özünün anlık koşullandırmalarını yaşamaya çalışmalısın.

Ancak o zaman tedavi edebilirsin yılların ve içinde yaşadığın düzenin sende oluşturduğu hasarları.
Ancak o zaman bulabilirsin kendi doğanın bozulmamış o ilk orjinal yapısını.
Ancak o zaman silebilirsin zihnindeki yanılsamaları.
Ancak ondan sonra fark edebilirsin hayatı, kendini ve diğerlerini, nasıl algıladığını.

Tüm benliğinle isteyip ve gerçekleştirebilirsen bunları;
Kendi sınırlı kişisel alanından çıkıp sevginin, şefkatin, zekanın saflığına uzanabilirsin.
Aslında dünyanın sen, senin de dünya olduğunu fark edebilirsin.
Farkındalığının ışığını yakabilirsen, acı, incinme, nefret gibi tüm olumsuz duyguların onun aydınlığında var olamadığına kendi gözlerinle şahit olabilirsin.
Anı farkındalığının ışığıyla solumaya başladığında, yaşadığın hiç bir şeyin eksik kalmadığını ve onları artık zihnine kaydetmeye ihtiyaç duymadığını fark edebilirsin.
İşte o zaman, özgür kalan zihninle o çok merak ettiğin, "kendi yaşam amacını" sen de bulabilirsin.”


12 Kasım 2009
Haşim Arıkan


Fotograf: Merle Oberon

Duygu ve bilinç aynı anda, aynı mekanda var olabilir mi?


Düşündün mü hiç?
İçinde taşıdığın, sana dahil, seni sen yapan duyguları.
Bugüne kadar kendine onları ne kadar yaşattığını...
Bundan sonra daha ne kadarını yaşamak için kendine şans tanıyacağını...

Hiç yaşanmamışları...
Daha yaşanmadan nasıl yaşanacağının kararı çoktan verilmiş olanları...
Eksik, yarım yaşananları, sen de tutuklu kalanları...

Sana engel olan şey acaba duyguların kendisi mi, yoksa zihninde o duyguları etiketlendiğin düşünceler mi?

Duygu ve bilinç aynı anda, aynı mekanda var olabilirler mi?

İçinde düşünce enerjin olmadan, yaşayacağın gerçek duyguların sana neler hissettirebileceğini...
Biçimlendirilmemiş saf duyguların, sana neler keşfettirebileceğini...
Sen hiç hayal ettin mi?

7 Ağustos 2010
Haşim Arıkan


Fotograf: Russell Crowe

Düşünce gölgeleri...


Düşündün mü hiç, acaba hangisi daha çok korkutuyor seni?

En zayıf yönlerinin başkaları tarafından fark edilmesi mi?
Yoksa olduğun gibi görünmek mi?
Aslında ikisi arasında pek de fark yok değil mi?

İnsan korkuları sayesinde, kendini imajların arkasına saklamakta zamanla nasıl da ustalaşıyor.

Tuhaf olan ise insanın bir taraftan mutlu olmayı, sevilmeyi arzulayıp, diğer taraftan korkuları yüzünden hayatı, hissedilmeden, el sürülmeden, sevgi ihtiyacını belli etmeden yaşamak istemesi.
Bir yandan düşleyip öte yandan bağımlı olmayı seçmesi.
Zaman içinde kendinin yargıcı, gardiyanı ve celladına dönüşmesi.

Bizi bu noktaya taşıyan ise, olduğumuz gibi göründüğümüzde sevilmeyeceğimiz, red edileceğimiz endişesi.
Neticede bizler aslında diğer insanların hakkımızda düşündükleriyiz değil mi!!!
Yeterince iyi olmadığımız için, asla almamalıyız gerçekte kim olduğumuzu belli ederek yaşama riskini!

Söyler misin? Seninde kendini bilmeye başladığın günden başlayarak, beynine itinayla bu düşünceler yerleştirilmedi mi?
Hepimizin hayattaki en önemli rolünün uyum sağlamak olduğu, kabul görebilmek için birbirimize benzememiz gerektiği sana da sabırla öğretilmedi mi?
En anlaşılmaz tarafı ise bu düşünceleri beynimize yerleştirenlerin kimliği!!!

Hayatı böyle korkak ve kaçak yaşamak çözüyor mu acaba herşeyi?
Böyle olunca hiç incinmiyor mu insanın duyguları, benliği?
İnsana hiç zarar vermiyor mu bu korkaklığı, cesaretsizliği?

İnsanın esas kalkanı yoksa kendi saflığı ve sevgisi değil mi?

Ne olur acaba korkularımızı yaratan düşüncelerimize bu kadar esir düşmesek.
Sürekli tedbirli hareket edip hayatı masanın altında, kendimizi saklayarak yaşamak yerine, pencerenin önüne dikilip payımıza düşen her ne varsa hepsini kabullenerek yaşamak istesek.
Sevgi isteğimizi, en insani yönlerimizi saklamaya çalışmadan sergilesek.
Duygu doğamıza, otantik benliğimize saygı göstersek. Onları özgür bırakmayı denesek.

Ne olur güven duygusuna, belli sonuçlara ihtiyaç hissetmesek?
Herşeyimizle yaşanan anda olabilsek,
Kırılsak, incinsek, yaralansak.Yanlış yapsak, yanılsak. Red edilsek.
Sonra yeniden denesek.
Her seferinde yine yeniden sevsek.

Farkına varamaz mıyız?
Geriye dönüp baktığımızda yaptıklarımızdan daha çok yapamadıklarımız için pişmanlık hissettiğimizi.
Kaçtığımızı sandıklarımızdan aslında kaçamadığımızı, onların her seferinde farklı maskeler takarak bize geri geldiğini.
Bu şekilde yaşayarak sadece kendimizi yalnızlığa mahkum ettiğimizi,

Farkına varamaz mıyız?
Böyle yaşarken aslında ne çok şey biriktirdiğimizi, ne çok şey keşfettiğimizi.
Yaşadıklarımızın özündeki, büyümemizi sağlayan o mükemmelliği.
Ön yargılarımızdan, yanlı tutumlarımızdan kurtulduğumuzda çevremizdeki herşeyin nasıl olağanüstü derecede ilginç ve canlı hale geldiğini,
Hayata beynimizdeki düşüncelerin gölgesinden bakmadığımızda, hayatla aramızda oluşan o sıradışı ilişkiyi,

Fark edebilir miyiz acaba?

10 Kasım 2010
Haşim Arıkan


Fotograf: Charlize Theron

Yarınlarını harcarsan, elinde boş dünlerden başka ne kalır ki?


Hatırlıyor musun?
En son ne zaman doğru yolda olduğundan emindin?
En son ne zaman yarını düşününce kendini keyifli hissettin?
En son ne zaman geleceğe dair kocaman bir gülüş vardı yüzünde?

Yarın!
Dünden ona sızmaya çalışan endişeler , yargılar, korkular!
İnsan yarın olmayacağını düşünse bile, o hep var.

Yarın, yeni bir gün.
Her yeni gün, yeni bir yol için, yeni bir fırsat.
Attılan her adım hep bir amaç uğruna.
Her başarısızlık yeni bir güven kaynağı.
Amaçlarını belirleyense olası olanın hayali.

Peki asıl önemli olan ne?
Sadece düşünebilmek mi?
Düşüncelerini fark edebilmek mi?
Yoksa düşünceleri oynadığın oyuna katabilmek, onları kullanabilmek, dünyada bir değişim, hayatında bir fark yaratabilmek mi?

İnsan yarınlarını sürekli harcarsa, elinde boş dünlerden başka ne kalır ki?

26 Ocak 2011
Haşim Arıkan


Fotograf: Hugh Laurie

Zamandışı yaşamak...


Hepimiz doğduğumuzda bir hiç değil miydik?
Büyüdük.
Hiçliğimizi bizi rahatlatan fikirlerle, inançlarla örttük.
İnsanlar tanıdık, ilişkiler yaşadık.
Yaşananları yaşanan da yok etmeyi beceremedik.
Geçmişi öldüremedik, hayatın kendisini yenilemesine bir türlü izin vermedik.
Anıları, hatıraları kolleksiyon yapar gibi zihnimizde sürekli biriktirdik...

Geçmiş ölmeden saf, masum kalabilir miydik?
Saflık olmadan bilgelikten bahsedilebilir miydik?
En bilge olduğumuz zamanlar neden çocuk olduğumuz zamanlardı?
Belki de hiç düşünmedik!

5 Eylül 2011
Haşim Arıkan

Fotograf: Russell Crowe

Asla kaybedilmeyen. Senden alınamaz, sana verilemez olan!


İhtiyacın olan şey gerçekten de, hayatı senin için yorumlayacak bir guru, bir öğretmen mi?
Zihnini zapt edecek, sınırlayacak, bir inanç, bir felsefe mi?
Yoksa araştırabilen, keşfedebilen, yaratıcı, özgür bir zihin mi?

Acıyı çeken senken,
Mutsuz olan senken,
Doğumun, ölümün, hayatın anlamını öğrenmek, kim olduğunu keşfetmek isteyen senken,
Kendine özgü bir hikayesi olan, mutlu ve yaratıcı bir insan olmak yerine, ezberci bir makina olmayı, ikinci el bir yaşamı tercih etmek neden?

Kendi kendinin ışığı olmayı red etmek, kendi ışığına güvenememek neden?
Neden kendinin hem ustası hem çırağı olmayı bir türlü kabullenmemen?

Öğreten, sana sadece kendi söylemek istediklerini;iletebilecekken, neden kendi kendine öğrenmenin sınırsızlığından, heyecanından vazgeçmen.
Yoksa esas neden hayatı araştırmayı, keşfetmeyi, anlamayı bırakmış olman mı?
Hem de aradığın herşey, bütün dünya, hepsi sen de saklıyken.

Bilmelisin ki;
Sen nasıl bakacağını, nasıl öğreneceğini bilirsen,
Anahtar senin elinde hep, kapı ise orada,
Sen ne yaparsan yap, kime gidersen git, yeryüzünde senden başka hiç kimse, ne o elindeki anahtarı verebilir, ne de o kapıyı açabilir sana.

4 Eylül 2011
Haşim Arıkan


Fotograf: Anthony Hopkins

Onu yaşayınca fark edersin, o çok önem verip, ruhunun en nadide raflarına dizdiğin objelerin değersizliğini...


Bazen hiç beklemediğin bir anda, gelir bulur seni, hayatının en önemli deneyimi.
Belki de hayat senin onu yaşamak için artık hazır olduğunu hissetmiştir!

Onu yaşayınca fark edersin, o çok önem verip, ruhunun en nadide raflarına dizdiğin objelerin değersizliğini.
Onu yaşayınca, değişir beynindeki yılların oluşturduğu algılama kanalları.
Onu yaşadıktan sonra, değişir retinana düşen bazı görüntülerin anlamları.

Kimi zaman çok sevdiğin birini yitirdiğinde bulur seni, hayatının flashback’i.
Yaşadığın o tarifsiz acının içine gizlemiştir kendini.

Önce yaşatır sana o büyük deneyimi,
Ardından sessizce bekler, kendini tamamen ona tamamen teslim etmeni,
Ona karşı yıllardır kullandığın savunma kalkanlarını artık aşağıya indirmeni,
Onu red etme, görmezden gelme gayretlerinden vazgeçmeni,
Onu kabullenmeni.

Hayat adını verdiğin yolculukta, senin için hazırlanan zarflardan birini daha açıp, okuyup, anlamanın zamanı geldiğinde, evrenin muhteşem kurgusu içinde bir şekilde mutlaka gelip bulur seni hayatının o önemli deneyimi.

Senin için, içine gizlediği özü kendine katıp, kendinle bütünleştirebilmek için her zaman tek bir şey ister senden.
“İç görünü harekete geçirmeni.”
Bunu yapabildiğinde fark edersin ki, senin için bir çok şeyin anlamı artık değildir eskisi gibi.

08 Mayıs 2011
Haşim Arıkan

Fotograf: Uma Thurman

Gerçeklik üretme makineleri!


Acaba öğrenmemizin vakti mi hala gelmedi?
Öğrenmek için daha kaç ceset ilişki bırakmalıyız ardımızda?
Kaç tekrar daha yaşamalıyız, farklı zamanlar da, farklı insanlarla, farklı mekanlarda.

Neden hep aynı gerçeklikleri yaratıp duruyoruz?
Niçin hep bir öncekinin benzeri ilişkilere tutunuyoruz?
Bizi çevreleyen sonsuz olasılıklar denizinde nasıl oluyor da durmadan hep aynı gerçekliklere ulaşıyoruz?
Önümüzde serili onca seçenek ve imkanın farkında olmamak ne tuhaf değil mi?

Günlük yaşamımıza çok mu kaptırdık acaba kendimizi?
Belli yaşam tarzlarına mı çok koşullandırıldık?

Acaba ilk ne zaman hayatlarımız üzerinde kontrolümüz olmadığı fikrine kapıldık!
Kendimizi, dış dünyanın, iç dünyamızdan daha gerçek olduğuna nasıl inandırdık.
Oysa dışarıda içeridekinden bağımsız hiç bir şey yok.
Dışarıda neyin gerçek olduğunu her zaman sadece içerideki düşünceler belirliyor.

Sırf bu düşüncelerimiz yüzünden, bir türlü yapmadığımız seçimlerle;
Bugüne kadar acaba kendimizi ve dünyayı kaç olası gerçeklikten mahrum bıraktık.

7 Haziran 2011
Haşim Arıkan


Fotograf: Kristin Scott Thomas

Gerçek olmayan herşeyi ayırt edip terk edebilirsen, sana kalan şey gerçektir...


Yaşadığımız her şeyi, belleğimizin aynasından yansıdıktan sonra kavrarken,
Beynimiz, daima olası olduğuna inandığı şeyleri görebileceğimiz şekilde çalışırken.
Zihnimiz sadece belleğimizin algılamamıza izin verdiği şeylerle kısıtlıyken,
Koşullanmalar yaşadıklarımızı sürekli içimizde zaten varolan kalıplarla eşlerken.

Bilgi dediğimiz şey her zaman dünün, geçmiş hareketin artığıyken,
Düşünceler beynimizde kendi hapishanesini kurarken,

Gerçek sandığımız şeylerin aslında büyük bir yanılsama olmadığını hangimiz kanıtlayabilir ki?
Hangimiz kendi zihnini fethetmeden, bilen ya da bilmeyen olduğunu söyleyebilir?
Kim kendisine cahil, kim bilge diyebilir?

12 Haziran 2011
Haşim Arıkan


Fotograf: Penelope Cruz

Geçici olanın içinde, kalıcı olan...


Düşündün mü hiç?

Acaba sen, gerçek seni ne zaman ve neden terk etmeye başladın?
Kimler kopardı, seni senden?
Her geçen gün seni kendinden biraz daha uzaklaştıran yola seni kimler çıkardı? Kimler seni bugünlere taşıdı?
Kimler öz benliğinin yeterince iyi olmadığına, kendi ruhunun sana yetemeyeceğine seni inandırdı?
Sevilmek için, içinden gelenler dışında başka bir şeyler de daha yapman gerektiği yalanıyla seni kimler kandırdı?

Düşündün mü hiç?

İlk ne zaman vazgeçtin içinden geldiği gibi yaşamaktan?
Kendini açıkca ortaya koyup, ben buyum diyebilme cesaretini ilk ne zaman yitirmeye başladın?
Kendi ışığının seni yeterince aydınlatamayacağına seni kimler inandırdı?
Kim aradığın doğruların, gerçeklerin, senin değil de başkalarının içinde saklı olduğu yalanıyla seni kandırdı?
Dışarıdaki dünyanın içindeki dünyadan daha gerçek olduğuna seni kim inandırdı?

Biliyor musun?

Kendimizden her ne sebepten dolayı, her kim yüzünden, her ne kadar uzaklaşırsak uzaklaşalım, nasıl bir hayat yaşıyor olursak olalım, içimizde kaynağı biz olan, bizden başka hiçbir kimsenin bize veremeyeceği bir kıvılcım hep vardır. O küçük kıvılcımdır bizi her koşulda ayakta tutan ve günü geldiğinde, kendimizi artık hazır hissettiğimizde, zaman içinde uzaklaştığımız “ben” e, bizi yeniden yakınlaştıran.

Kendimizi özgür, mutlu, huzurlu hissettiğimiz, içimizdeki saklı cennete bizi ulaştıran...

7 Ağustos 2011
Haşim Arıkan


Fotograf: Gerard Butler

Satır aralarında gizlidir...


Okuduğun kitabın satır aralarına bakarken bulursun kimi zaman aradığın bir sorunun cevabını.
Satır aralarında soluklanırken görürsün kimi zaman içinde yaşayan utangaç çocuğun, gözlerindeki mutluluğu.
Satır aralarında durduğun an da fırlar içinden bastırdığını sandığın o bitmemiş öfke.
Satır aralarında durduğunda hissedersin kimi zaman o arzuladığın huzuru.
Satır aralarındadır hep kendi başına yaptığın o özgür keşif yolculukların.

Kimi zaman bugünden geçmişe...
Kimi zaman geleceğe...
Kimi zaman yepyeni hayallere...

Sana yeni bir şeyler öğrettiğini zannedersin okuduğun o satırların.
Oysa sen, satır aralarında beklerken kendi içindeki beni keşfedersin.
Satır aralarında durduğunda kendi özüne doğru bir adım daha ilerlersin.

Aslında aradığın tüm soruların cevabının senin içinde her zaman var olduğunu, okuduğun o satırların sana sadece günü geldiğinde onları bulabilmen için yardımcı olduğunu fark edersin...

20 Eylül 2007
Haşim Arıkan


Fotograf: Marilyn Monroe

Kadere inanır mısın?


Kadere inanır mısın?
Peki ya eline bir fırsat geçse kaderini değiştirilebileceğine!

Sana bir şans daha verseler, gerçekten kaderini değiştirebilir misin?
Sence yapmış olduğun seçimleri değiştirdiğinde, kaderinle birlikte duygu doğan da değişir mi?
O zaman acı çekmeden, öfkelenmeden, üzülmeden, endişelenmeden, korkmadan artık yaşayabilir misin?

Yapacağın farklı seçimler, belki seni, farklı insanlara, farklı mekanlara, farklı ilişkilere, şu ankinden daha farklı bir yaşama götürür.
Ama kaderini değiştirmekle, beynindeki ipleri düne bağlı düşüncelerin sana hissettirdilerini asla değiştiremezsin.

Kimbilir belki bir gün sen de gerçeğinle yüzleşir, artık topu hep kadere atmaktan, sürekli onunla uğraşmaktan vazgeçersin.
Hayatında neler olacağına müdahale etme arzundan vazgeçip, hayatının nasıl olduğuna karar vermeyi tercih edersin.
Düşüncelerin mi, yaşadıklarının bir sonucu, yoksa şimdini, yarınını, dününü, duygularını düşüncelerinle sen mi yaratıyorsun fark edersin...
Sen, yaşadıklarının sonucu musun, yoksa onların sebebi misin asıl gerçeği kendi gözlerinle görebilirsin.

İnsanın yaşamının, kaderini değiştirdiğinde mi, yoksa yaşananı tanımlayan düşüncelerini değiştirdiğinde mi değiştiğini fark edersin.
İnsanın mutlak kaderinin verdiği an be an kararlarla kendi kaderini yaratmak olduğunu sen de keşfedersin.

24 Eylül 2009
Haşim Arıkan


Fotograf: Into the Wild

Aradığını bulmanı engelleyen şey aslında onu arayışındır...


Aklımın uzun zamandır bir şeylere takılıp kaldığını, bu yüzden de bir çok şeyi ıskalamaya başladığımı fark edince tutamıyor kendini yine, başlıyor sükunet kokulu cümlelerini ardarda beynime göndermeye.

“Sana bir sır vereyim mi?” diyor. “ Eğer birşeyin peşindeysen gözün aradığın şeyden başka hiç bir şeyi görmez. Dışarıdan hiç birşeyi alıp kendine katamazsın. Çünkü aklın aradığı şeye takılmış kalmıştır. Onun büyüsü seni sarıp sarmalamıştır. Bundan dolayı da aradığını bulmayı beceremezsin.

Bulmak özgür olmak demektir. Aklın, hiç bir şeyin peşinde değilken, hiç bir şeyi anımsamaz hiç bir şeye direnmezken, zihnin gerçekten sessiz, dingin ve özgür olur. Aradıklarını ancak o zaman bulabilirsin..."

23 Ekim 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: Keira Knightley

En son ne zaman kendinle başbaşa kaldın?


En son ne zaman kendinle başbaşa kaldın?
En son ne zaman, kendi içinde bir yolculuğa çıktın?
Sadece sen…., düşüncelerin…., duyguların….
Bugüne kadar hiç kimseye söyleyemediğin sırların.
Yalnız senin görebildiklerin, yalnız senin şahit oldukların.
İçinde sakladığın yoksulların, zorbaların, toplum dışına atılmışlıkların.
Suçluluk duyguların, kendine acımaların…
Kaçıp da kurtulamadıkların.
Zaman zaman hapsettiğin mağaralarından kaçıp seni zor durumda bırakan canavarların.

Yüreğinde çalan mutluluk şarkılarını dinlemek yerine, bastırılmış duyguların yüreğini çınlatan çığlıklarına daha ne kadar katlanacaksın?
Onlar özgür olmak, dışarı çıkmak, kabul görmek için çırpınırlarken, sen onları daha ne kadar bastıracaksın?
Hepsi bilinç altında her geçen gün biraz daha güçlenirken, sen onlara daha ne kadar yokmuş gibi davranacaksın?

Hayatının sonuna kadar mükemmellik maskesiyle mi yaşamaya çalışacaksın?
Yoksa aydınlık tarafın gibi bir de karanlık tarafın olduğunu kabullenip, dışarıda bıraktıklarını kendine dahil edip, dönüşümünü başlatıp kendin gibi mi olacaksın?

Sen mi onları kullanacaksın?
Güçsüz kaldığın, kontrolünü kaybettiğin anlarda kendini onlara mı kullandıracaksın?

Hayat, insanlığımız ve ilahiliğimiz arasında denge kurabilmemizi, her ikisi ile de barışmamızı gerektiren sihirli bir yolculuk sanki…

Kabul etmelisin ki, sen de bir insansın.
Başkalarında gördüğün her türlü insani özelliği sen de içinde taşırsın.
Sen de herkes gibi, hem bir aziz, hem de bir zorbasın.
İyi olduğunu düşündüklerin kadar, kötü olduklarını düşündüklerin de sensin.

Hayat dediğimiz masal bu zıt çiftlerin birlikte varoluşu, dengesi üzerine kurulmuş…

Söyler misin?
Korku olmasa, cesur olmak ister miydin?
Hiç üzüntü yaşamasan, mutluluğa bu kadar değer verir miydin?
Karanlıkta kalmasan, ışıkla tanışabilir miydin?
İçinde yaşayan cahilin soruları olmasa, derinlerindeki o bilge tarafını fark edebilir miydin?

Bir gün,
Vücuduna gömülü o sindiremediğin duygularla iletişime geçip, onları çözümleyebildiğinde, zihninde biriken stresin de yok olduğunu fark edeceksin.
İçinde yanan o farkındalık ışığının, senin dönüşümünü başlattığını, o yıllardır içinde sakladıklarının yavaş yavaş çözülmeye başladığını hissedeceksin.
En parlak ışığına, o karanlıkta bıraktığın, yok saydığın tarafını kabul ettiğinde ulaşabildiğine yaşayarak bizzat kendin şahit olacaksın.

Korkularından kurtulup kendini özgür bıraktığında varlığın otomatik olarak çevrendeki insanları da özgür kılacak.

Senin ışığın parlamaya başladığında etrafındaki diğer insanların da bunu yapmalarına imkan vermiş olacaksın.
Sen mutluluğun tadını çıkartırken, çevrendekilere hissettirdiklerinle onları da kendi mutlulukları için umutlandıracaksın.

26 Ağustos 2010
Haşim Arıkan


Fotograf: Diana Kruger

İnsanın hayatı eğer o doğmadan önce belirlenseydi, inanıyorum ki karar veren o yüce güç hiç kimsenin acı çekmemesi için gerekeni yapardı ...


Az önce yapmış olduğu tercihle, hayat bulma şansı tanımadan ardında yok olmaya mahkum bıraktığı diğer ihtimale baktı.

Acaba bugüne kadar yaptığı seçimlerle, ardında böyle kaç tane o olabilme ihtimalini hiç doğmadan ölüme mahkum bırakmıştı.
Hayat bugüne kadar acaba kaç tane farklı o olabilme ihtimalini, bir seçim yapması için karşısına çıkarmıştı.
Her anın insana sadece bir sonraki anın seçeneğini sunduğunu düşününce ihtimaller denizinde kayboldu.

Bu kadar çok seçenek arasında yaptığı tercihlerle hayatını, adım adım kendisi inşa ederken peki kader denilen şey hangi seçeneğin ardındaydı.
Her ihtimalin ya da yaptığı her seçimin ardında insanı bekleyen farklı kaderler mi vardı.

Yoksa insanın mutlak kaderi, yaptığı seçimlerle kendi kaderini kendisinin yaratması mıydı?

28 Ekim 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: Isaac Freeman

O haritası olmayan bir deniz gibidir...


Geçmişten zihnine saplanan korkular.
Yılların birikimi pişmanlıklar.
Beynindeki kime ait olduğunu bilemediğin, silmediğin parmak izleri.
Nedeninin farkına varılmadan yaşanan içsel hareketler, dalgalanmalar.

Dün’le yaklaşılan an’lar.
Dünün yükü, yarının sıkıntısı yüzünden bir türlü dolu dolu yaşanamayanlar, eksik, yarım kalanlar.
Geleceğe ilişkin endişeler.
Biçimlenmiş zihinler.
Gizli güdüler, niyetler.
Zihinde yaratılan tablolar, modeller, biçilen roller.

Gereksinim duyulduğu için yaşanan, bir türlü doyurmayan ilişkiler.
Tam anlamıyla sahip olunamayan, tam olarak hissedilerek yaşanamayanlar.

Düş kırıklıkları.
Ani, doğaçlama, doğrudan yaşananlar.
Yüzleşmekten kaçılan çatışmalar.
Gözyaşları, kırgınlıklar, acılar.

Kendini ilişkide açığa vuranlar,
Değişmeye çalışmadan kim olduğunu anlamaya çalışanlar.
Kendine onaylama yada yargılama ile yaklaşmayanlar.
Kendini özgür bırakanlar.
İlişki sayesinde kendinin farkına varanlar.
Yüreğinde ki zihne özgü şeyleri boşaltıp, yüreğinde sevgiye yer açanlar.
Eskiden kurtulanlar.
Gerçekleşeni düşüncenin yörüngesine oturtmadan, duyusal yaşamaya çalışanlar.
Enerjilerini karşılaştırmak, tanımlamak, kaçmak, bastırmak yerine gerçekte olanı gözlemlemek için harcayanlar.
Yaşanana kendi öyküsünü anlatabilmesi için şans tanıyanlar.

Bir duygu,
Ortaya çıktığı anda kendinden başka hiç bir duyguya, düşünceye yer bırakmayan katıksız, saf ve yoğun.
Onu yaşarken alınan bütün zevklerin, verilen zevklerle karşılandığı.
Bir tarafa kazandırıp, diğer tarafa kaybettirmeyen,
Bir tarafın zevki, diğer tarafın acısıyla elde edilmeyen.
Yaşayanları birbirlerine bağımlı hale getirmeyen.

Bir duygu,
Anlamını onu yaşayanların, yaşarken verdiği, yaşayanlara bir anlam katmayan.


20 Kasım 2011
Haşim Arıkan

Fotograf: Ali Macgraw & Ryan O'neal

Yoksa tek amacı beni öldürmek olan bir oyunu mu oynuyorum...


Yalnız olduğum geceler de düşünüyorum.
Sadece kalp atışlarımın sahitliğinde, ruhumun derinliklerinde hissettiklerimi.
O anlarda kendime sorduğum sayısız soruyu.
Her sorunun, bir sonraki soruyu doğuran cevabını.
Bildiğimi düşündüğüm şeyleri nasıl bilebildiğimi.

Hayatın anlamına düşünüyorum.
Bir hayat nasıl yaşanırsa layıkıyla yaşanmış sayılacağını.
Hayatın keşke ile başlayan cümlelere hiç ihtiyaç duymadan nasıl yaşanacağını.
Yaşamın her anında ister istemez yapmak zorunda olduğum seçimleri.
Hangi seçimlerin amaçlarımı gerçekleştirmeme yardım ettiğini , hangi seçimlerin beni amaçlarımdan uzaklaştırdığını.
Benim onları neden seçtiğimi.

Duyguları düşünüyorum.
Nasıl tatmin edilebileceklerini.
Gerçek sevginin nasıl yaşanacağını.
Korkuların nasıl kabullenileceğini.
Acının, yalnızlığın, nasıl sahiplenileceğini.
Acıdan, yalnızlıktan hiç pişmanlık duymadan nasıl ayrılınabileceğini.
Yüreğinde ince bir sızı duymadan onlarla nasıl vedalaşılabileceğini.
Yapabileceklerini gerçekleştirememenin korkusunu!
Yeterince çabalamıyor olmanın korkusuyla insanın nasıl da olmak istemediği bir insana dönüştüğünü.

Sevgime engel olan beklentileri aklımdan silebildiğim an’ı düşünüyorum.
Kendimi, kendimden utanmadan kucaklayabildiğim an’ı
İnsana yaşamaktan daha büyük nasıl bir ödülün verilebileceğini.
Yaşamla ödüllendirilmiş olmanın unutulan coşkusunu.
Zamanın benden çaldığı, keşkelerin, belkilerin acabaların altına gömerek benden sakladığı şeyi hatırlamaya çalışıyorum.
İçimdeki benimle birlikte doğan, yalnızca bana ait olan, ne öğretilir, ne de öğrenilebilir olan şeyi.

Tek amacı beni öldürmek olan oynadığım bu oyunu ille de kazanmam gerekip gerekmediğini düşünüyorum.
Kaybettim sanılsa bile, aslında kaybedilenin sadece oynanan oyunun kendisi olduğunu.
Kazananın daima ben olduğumu...

03 Şubat 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: Clint Eastwood

Hayat aynı anda hem yaşanıp, hem anlaşılmaz ki...


Gün gelir, yaşadıkların tat vermez olur artık sana.
Olmakta olanla yaşamak, her gün biraz daha yorar seni.
Sen farklı şeyler yapmak istersin, başka şeyler yapman gerekir.
Sürekli sallanırsın bir kendi içine, bir dışarda payına düşen role.

An gelir, zihnin karanlık odasından içeri bir ışık süzülür, zihindeki kilit çözülür.
Fark edersin ki, sen bir eşiktesin.
Ya içeri, ya dışarı...
Artık bir karar vermelisin.

Olmakta olanı mı kabulleneceksin?
Arzularının, hayallerinin peşine mi düşeceksin?

İlk önce alışkanlıkların, bağımlılıkların, tecrübe adına zihnine sapladıkların, hücum eder beynine.
Eğer adımını eşikten dışarıya atarsan hiç bir şeyin bir daha eskisi gibi olamayacağıyla, sahip olduklarının da ellerinden kayıp yok olacağıyla korkutur seni.
Arzuların, hayallerinse eğer tekrar içeriye geri dönersen geleceğinin, “sürekli tekrar eden bir geçmiş döngüsü” ne esir düşeceğiyle.

Hayallerin ulaşılmamış olanın mükemmelliğiyle gülümser karşında.
Vazgeçeceklerinse iyi tanıyor olmanın, alışmış olmanın güvencesiyle.

Zordur eşikte durmak, yorar insanı.
Belki düne bağlı düşüncelere dalarak, belki hayalinde canlanan yarınlara dair görüntüleri seyrederek, belki de yaşamının öyküsünü kulak vererek, kendince bir karar verirsin en sonunda.
Verdiğin kararın seni nelere yaklaştıracağını, seni nelerden uzaklaştıracağını o an asla çözemezsin.

Hayat aynı anda hem yaşanıp, hem anlaşılmaz sen de iyi bilirsin.

Kim bilir?
Belki de hayatın çekim gücü seni her zaman olman gereken yere doğru çekiyordur,
Sana yanlış gelen her adım, belki de seni o en sonda ki doğru adıma yaklaştırıyordur,
Görmekte olduğun düşten uyanmadan asıl gerçeği öğrenemezsin!

Hayat, yaşandığı sürece gerçekse...
Uyandığın da sona eren bir düşten farklıdır diyebilir misin?

13 Aralık 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: Hugh Laurie

Kime hangi rolün verildiğini, kim tahmin edebilir?


Kendimi neden sürekli mutsuz hissediyorum?
Ya da mutluyum da, mutluluğumun farkına mı varamıyorum?
Nedir ki mutluluk denilen şey?
Bir duygu?
Yoksa bir düşünce şekli?

Hatayı acaba en çok nerede yapıyorum?
Kendimle gerçek iletişime geçmekte neden bu kadar çok zorlanıyorum?
Merak ettiğim soruları neden kendime soramıyorum?
Neden bu kadar çok kaçıyorum kendimden?

Sürekli karşılaştırıyorum.
Sürekli yargılıyorum.
İnkar ediyorum, kınıyorum...
Kendimi sürekli bir yarışın içindeymişim gibi hissediyorum.
Kollektif olan tarafından kolayca emilip, sıradanlığın içinde kayboluyorum.
Bağımlıyım hep birilerine, bir şeylere.

Onları benden farklı yapan ne?
Neden kendimden çok, başkalarını önemsiyor, onların düşüncelerine değer veriyorum?

Hepimiz içine sıkıştığımız bu bedenlerde kendi hikayemizi yaratmaya çalışmıyor muyuz?
Hepimiz farklı bedenlerin içinde olsak da aynı mücadeleyi vermiyor muyuz?
Farklı çatıların altında olsak da, farklı biçimler kullansak da, hepimiz sadece kendimizi ifade etmeye çalışmıyor muyuz?
Hepimizin amacı, mutlu bir hayat yaşamak, bir şeyleri paylaşmak, hayatın ve kendimizin farkına varmak değil mi?

Peki;
Kim doğru, kim yanlış!
Kim haklı, kim haksız!
Kim rolünün hakkını veriyor?
Kim rolünü abartıyor?
Kim elinden gelenin en iyisini yapmıyor?
Bunlarla ilgili asıl gerçeği kim bilebilir?
Bu konuda en son sözü kim söyleyebilir?

Kime hangi rolün verildiğini, kim tahmin edebilir?
Yürüdüğü yolda, kimin ne kadar ilerlediğini, kim bilebilir?


Neden her şeyi bu kadar çok sorguluyor beynim?
Neden bedenim andayken, ben düşüncelerin peşinde sürükleniyorum.
Düşüncelerime sorgusuzca inanıp, onları kabul etmeli miyim?
Yoksa önce onlarla sağlıklı bir ilişki kurabilmeyi, onları sessizce dinlemeyi, onları sukünetle izlemeyi mi öğrenmeliyim?

Beni benden ileriye götüren yol, sanırım benden geçiyor.
Belki de bir son aramadan, bir yere varmaya, bir şey olmaya, haklı çıkmaya çalışmadan, kınamadan yaşamayı öğrenmeliyim.
Sürekli olması gerekeni hayal etmek yerine, olanla yüzleşmeliyim.
Yaptığım, söylediğim, düşündüğüm herşeyi önce tüm varlığımla birleştirmeliyim.
Bir gün, zihnimi, yüreğimi yalnızlığın acısından kurtarabilirsem, aradığım asıl gerçekleri keşfedip, düşüncenin işlevi olmayanı, zamandışı olanı algılayabilirim.

16 Ağustos 2009
Haşim Arıkan

Fotograf : Christian Bale

Dün, bugün, yarın...


“Dün, bugün, yarın” üçgeni içine sıkıştırdığımız zaman, bizi dünden uzaklaştırırken, aynı hızla da yarınlara doğru yaklaştırıyordu. Yaşananlar, bugün olduğunda, birer anıya dönüşüp düne yapışıp kalırken, yaşanmak istenenler hayallere asılı bugünden yarınlara doğru uçuşuyordu.

Dün bugünün korkusu, yarın bugünün umudu olmaya soyunduruldu.

Dünden bugüne sızan korku, yarının umutlarının arasına sessizce kuşkuyu saldı.
Kuşku, inancı boğdu, içindeki zehiri an’a akıttı.
Zehirlenen an, umutlarını yitirip, telaş içinde, bugünü, düne ve yarına iyice bulaştırdı.

Dün, bugünü, eğer farklı bir şey yaparsa hiç bir şeyin bir daha eskisi gibi olamayacağıyla korkuttu. Yarın farklı bir şey yapmazsa herşeyin yine düne benzeyeceğiyle.

Korkunun tamamen esiri olan bugün, telaş içinde yarınlardan topladığı “hayalleri” hızla öğütmeye, onları sürekli “asla olamayacaklar” listesine kaydetmeye başladı.

Yarının bilinmeyen mutlulukları, dünün bildik acılarına yenik düştü.
Yaşanan yalnızlıklar, öğrenilmiş çaresizliklere dönüştü.

O gün geldi…
Zaman, sıkıştığı “dün, bugün, yarın” üçgeninden kurtuldu, sonsuzluğun içinde eriyip yok oldu.
İnsan, olabileceklerin tümünü o an da gördü.

Ama hiç biri olamamıştı….

05 Mayıs 2009
Haşim Arıkan

Fotograf: Al Pacino

Ruhsal dilenci...


Doğumun, ölümün, kederin anlamını bilmek isteyen benken.
Acıyı çeken, üzülen, mutsuz olan benken.
Neden beni, bana taşıyacak birilerine duyduğum bu ihtiyaç!

Hayatımı benim adıma yorumlayacak bir bilge, bir guru gerçekten var olabilir mi ?
Konuşsa, anlatsa, bana ne söyleyebilir ki?
Kendi söylemek, anlatmak istediklerinden başka.

Peki ya ben!
Ben, kendi kendime öğrenmeyi seçersem, öğreneceklerimin bir sınırı olabilir mi?

Neden bu kadar zor geliyor bana kendi kendimin ışığı olabileceğime inanmak?
Neden kendimin hem ustası hem çırağı, hem öğrencisi hem de öğretmeni olabileceğimi bir türlü kabul edemiyorum?

Yoksa artık hayatı araştırmayı, keşfetmeyi, anlamayı bıraktığım için mi başka birilerine duyduğum bu ihtiyaç!

Acaba ilk ne zaman ezberci bir makina olmayı, kendi hikayesi olan, mutlu ve yaratıcı bir insan olmaya tercih ettim?
Masumiyetin bana verdiği o sıradışı güveni ne zaman yitirdim?
Kollektif olan tarafından emilip, sıradanlığın içinde kendimi ne zaman kaybettim?

Ben, ne zamandan beri, birilerinin, birşeylerin beni beslemesini, bana umut vermesini, beni ayakta tutmasını bekleyen bir ruhsal dilenciyim?

İhtiyacım olan şey, gerçekten de bir bilge, bir guru, bir inanç, bir felsefe mi?
Yoksa kendi kendine araştırabilecek, keşfedebilecek, yaratıcı, özgür bir zihin mi?

Ben bugüne kadar, kendime bir soru sorup, onun içime işlemesine, mayalanmasını izin verip, ona dair esas gerçeği benden dinlemeyi hiç denemedim ki....

19 Eylül 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: Tilda Swinton

Başarısız olsan, red edilsen de tekrar deneyebilir misin? Yaralansan, kaybolsan da yeniden sevebilir misin?


Kendini bu dünyada sanki yapayalnızmış gibi düşünebilir misin?
Yaşamındaki en önemli şeye, -kendine- bölünmez dikkatini verebilir misin?
Düşündüklerinin, yaptıklarının yerine, kendinin farkında olabilir misin?

Bilinmeyeni sürekli bilinende aramaktan, varsayımlar ve sonuçlardan hareketle yola çıkmaktan vazgeçebilir misin?
Bilinç altında kayıtlı olanları, bilinç düzeyine çıkartıp eritebilir misin?
Zihnini kısıtlı bilgilerden özgürleştirip, bedenini gerilimden arındırıp, kalbini gerçek duyguların enerjisine açabilir misin?
Her ne koşul altında olursan ol, her zaman kendi kararını verme, kendi yolunu seçme hakkına sahip çıkabilir misin?
Başkalarına özenmek yerine başardıklarınla başkalarını cesaretlendirebilir misin?
Sanılmaya çalışmak yerine, gerçek olabilir misin?
Yaşanmamış olanı düşleyebilir misin?
Başarısız olsan, red edilsen de tekrar deneyebilir misin?
Yaralansan yada kaybolsan da yeniden sevebilir misin?
Başkalarını mutlu etmeye çalışmak yerine, kendini mutlu etmeye cesaret edebilir misin?
Sana sunulan gerçeklere inanmak yerine, varlığınla, yaşadıklarınla yeni gerçeklikler yaratabilir misin?
Geçici olanın içinde kalıcı olanı, gerçek olmayanın içinde gerçek olanı fark edebilir misin?

Ne olduğunu unutarak girdiğin çelişkilerle dolu hapishaneden, kim olduğunu yeniden hatırlayarak çıkabilir misin?
Düşüncelerin bağlarından kurtulup, özgürlüğü yeniden tadabilir misin?

Asla kaybedemeyeceğin, senden alınamaz olanı yeniden keşfedebilir misin?
Bireysel kimliğine,düşünsel özgürlüğüne, duygu doğana, otantik benliğine sahip çıkabilir misin?
Sen, gerçek sen olabilir misin?

02 Temmuz 2008
Haşim Arıkan


Fotograf: Hugh Laurie

Zihnindeki dünyanın hem yaratanı, hem de tutsağı...


Çok zor!
Değişmek o kadar kolay bir şey değil.
Büyük bir çoğunluk benim gibi düşünüyor zaten.
Ben yapamam.
Beceremiyorum.
Daha önce de denedim olmuyor.
Yine vazgeçerim.
Hem benim için artık çok geç.

Düşününce, ne çok sebep var değil mi?
Değişmemek için!
Değişim fikrini red etmek, engellemek, sabote etmek için.
Başımıza gelenleri, yaşadıklarımızı göğüsleme şeklimizi ya da başka bir deyişle onları algılama biçimimizi değiştirmemek için.

Peki biz değişemiyoruz, sürekli sikayet ettiğimiz hayat, yaşadıklarımız değişiyor mu?
O da değişmiyorsa, onun değişmesi de zorsa, o zaman neden şikayet edip duruyoruz?
Yoksa şartlı bir refleks mi bu yaptığımız?
Aslında bizler kurban mıyız?
Yaşadıklarının kurbanı!
Belki de hayat bizim başımıza gelen talihsiz bir olay!

Yoksa herşey bizim hayat üzerinde çok fazla kontrol sahibi olmak istememizden mi kaynaklanıyor? Bir fren, bir gaz derken, kendimizi serseme çeviriyoruz. Sürekli kontrol peşinde koşmaktan, deneyimlerimizin tadını çıkaramayıp, onların bizlere ne anlatmaya çalıştıklarını ıskalıyoruz.

Ne tam sevebiliyoruz,
Ne affedebiliyoruz,
Ne kabullenebiliyoruz,
Ne şükredebiliyoruz,
Ne özgür bırakabiliyoruz.

Ne kendimizi,
Ne de karşımızdakini…

Hayatın dokuma tezgahı belleğimizde kayıtlı, kazanılmış alışkanlıklara, edinilmiş kanılara yenik düşüyoruz. Yaşadıklarımızın beynimize yağdırdığı düşünceler, yılların beynimizde oluşturduğu kanallar yüzünden, bir türlü “yapamam”dan, “yapabilirim”e geçemediği için, kendimizi sürekli aynı masalın içinde sıkıştırıyoruz.

Kimbilir belki de, denildiği gibi dünya olduğu haliyle mükemmel, bunu biz fark edemiyoruz!
Yol bizden geçerek bizi ileriye götürüyor.
Ama biz, bizi bir türlü geçemiyoruz.

21 Aralık 2008
Haşim Arıkan

Fotograf: Gerard Butler

Bugün stressliyim !!


Şu haline bir bak!
Yine kendini stresse bulayıp ne hale çevirmişsin!

Düşündün mü hiç?
Seni bu hale getiren şey, gerçekten yaşanmış olan mı?
Yoksa senin olmasını beklediklerin mi?

Söyler misin?
Şu an düşündüklerin, gerçek mi?
Yoksa gerçek olan şey, senin olumsuz beklentilerini gerçekmiş gibi yaşamayı seçmen mi?
En baştan yaşanacak olana peşin,peşin “Biliyorum, bundan iyi bir şey çıkmayacak” etiketini yapıştırmayı istemen mi?

Bu şeklinin düşünmenin, seni her seferinde yaşadığın andan kopartarak geleceğin çarpık yansımasının içine soktuğunun aslında sen de farkındasın değil mi?
Zihninde barındırdığın bu olumsuz düşüncelerin her zaman doğru çıkmadığını bilinçli olarak kabul etmenin sence vakti hala gelmedi mi?

Bugün streslisin öyle mi!

Söyler misin?
Bu kimin seçimi?

05 Aralık 2008
Haşim Arıkan


Fotograf : Cate Blanchet

Kişilik taşıyıcı...


Bakışların öylesine derin ki, sanki üzerime giydiğim tüm imajlarımı yırtıp atıyor, beni savunmasız, bütün cesaretsizliğimle, korkularımla, zayıflıklarımla, sevgi açlığımla görüyor gibi.

Oysa ben….
Ben, kendimi tüm çıplaklığımla ortadaymış gibi hissederek yaşayamam ki.
Korkarım böyle olduğumda,
Senin beni, sevmeyeceğinden,
Beni istemeyeceğinden, red edeceğinden.
İnciteceğinden,
Kıracağından,
Yaralayacağından.
Bana zarar vereceğinden.
Hiç beklemediğim anlarda senden gelebilecek darbelerden.

Ne kadar çok olmak istediğim insanmış gibi gösterebilirsem sana ”ben” i, o kadar çok güvende hissederim kendimi.
Ne kadar çok gerçek duygularımı sana belli etmeden, sevgi açlığımı sana hissettirmeden yaşayabilirsem o kadar rahat hissederim kendimi.

Hadi, ne olur!
Çek o sanki beni tamamen olduğum gibi, bütün çıplaklığımla gören derin bakışlarını üzerimden.

Bilme, öğrenme, benim gerçek kimliğimi.
Bırak saklı kalsın bende gerçek hislerim.
Gerçek duygu doğam, otantik benliğim.

İzin ver bana,
Zihnimdeki imajlarla, yargılarla, inançlarla oluşturduğum modelin içinde mutluymuş hissiyle yaşamama.

Olsun !
Sana göre;
Hapsolduğum o modelin için kendimi hergün biraz daha törpülüyor,
İçimdeki gerçek “ben”i her gün biraz daha siliyor,
Yüreğimi zihnimden ayırdığım için bana sürekli acı veren bir sürtüşme yaşıyor,
Kendimi sahte bir kişilik taşıyıcı haline getiriyor,
Olsam da...

Kabul et, sen de.
Ne sen, ne de bir başkası, hiç kimse, beni kendi yaşamımı yaşamaktan, kendi acılarımı çekmekten, kararlar verip yanılmaktan, kendi hayatımı kirletmekten, kendi günahlarımın yükünü yüklenmekten, kendi yolumu bulmaktan alakoyamayacak.
Yürüdüğüm yolda ne kadar ilerlediğimi benden başka hiç kimse anlayamayacak...

29 Aralık 2008 - 22 Aralık 2010
Haşim Arıkan

Fotograf : Robert Carlyle

Eğer ölümsüzsem ölüm için kaygılanmama gerek yok, eğer ölümlüysem onun için kaygılanmamın bir faydası yok...


İnanmak istiyorum.
Sadece bir bedenden ibaret olmadığıma.
Bedenim birgün toprakta çürüyüp yok olsa da, benim sonsuza dek var olacağıma.
Ruh ve beden’e başrol verilen, korkularımı azaltan, o muhteşem hikayeye.
Ruhun farklı bedenlerle sürekli tekamül edişine.

İnanmak istiyorum.
Yaşamakta olduğum hayatı hakkıyla yaşayamasam da her enkarne oluşumda kendimi biraz daha geliştireceğime, bilgeleşeceğime.
Bu hayatımda doğru bildiklerimi yapamasam da, gelecek hayatlarımda bunu bir gün başarabileceğime.
En nihayetinde de, zamandan çok önce bir yerde, bir şekilde koptuğum, Tanrıyla yeniden bütünleşeceğime.

İnanmak istiyorum.
Bana ölümsüzlük yükleyen her hikayeye, ideolojiye, felsefeye, inanç sistemine.

Çünkü korkuyorum bilemediklerimden!
İçimdeki korkulara süreklilik kazandıran, onları dünden bugüne taşıyan bildiklerimi yitirmekten.
Bütün biriktirdiklerimi, anılarımı, hazlarımı, sahip olduklarımı kaybetmekten.
Sevdiklerimden kopup, dönüşü olmayan bir bilinmeze gitmekten.
Yaşadığım bu hayatın sona ermesinin tam olarak ne demek olduğunu bilemediğimden.

İşte bu yüzden, bütün bu çabam!

Hangi inanç sistemi, hangi ideoloji bana ölümsüzlük sunuyorsa onlara kolayca inanmam.
Beni ölümsüz olduğuma inandıracak kitapların, guruların peşinden bu kadar koşmam.
Ölüme neden bu kadar köle olduğumu keşfedecek kadar özgür olamamam.
Yaşadığım her anın ne kadar değerli, gerçekleştirdiğim her eylemin ne kadar önemli olduğunun farkına varmak yerine, sonraki hayatlarıma yüklediğim umutlarla kendimi avutarak -geçici de olsa- rahatlatmaya çalışmam.
Ertelediklerim, bir türlü yapamadıklarım, ardımda eksik bıraktıklarım yüzünden, sürekli yeni bir şansa bu kadar ihtiyaç duymam.
Asıl önemli olanın ölümsüzlük değil, yaşanan her deneyimi dibine kadar yaşayıp tamamen bitirmek, zihni her zaman taze, masum, coşkulu tutabilmek, lekesiz bir zihinle yaşayabilmek olduğunu kavrayamamam.

07 Aralık 2010
Haşim Arıkan

Fotograf: Christian Bale

Çekildiğinde it, itildiğinde çek, uyumu yakala onunla hareket et, zihnini aradan çek sadece hisset...


Zaman belki hain, acımasız, belki de suçsuz, günahsız.
Hepimiz bize yaşattıklarıyla ona bir tanım yüklemeye çalışırken, o akmaya devam ediyor bizim ona yüklemeye çalıştığımız tanımlara karşı son derece umarsız.

Hiç durmadan akıp giderken bizi bir şeylerden uzaklaştırdığı gibi, aynı zamanda da bizi yeni bir şeylere doğru yaklaştırmıyor mu?
Neden acaba bizi yaklaştıklarından çok, uzaklaştıklarımız da hep aklımız?
Yeniyi yaratmak yerine neden hep eskiyle savaşıyoruz?
Neden düşlemek için önce görmek istiyoruz?
Düşlemek için önce görmek mi, yoksa görmek için önce düşlemek mi gerekiyor?

Acaba geçmiş mi geleceğe yol gösteriyor, yoksa gelecek mi geçmişi aydınlatıyor?

Geçmiş bizi nereye kadar takip ediyor?
Bizim onunla işimiz bittiğinde, onun da bizimle işi bitiyor mu?
Geçmiş bizi artık rahatsız etmiyor mu?
Geçmişteki olduğumuz kişiden yakamızı acaba ne zaman kurtarabiliyoruz?
Onun yüzünden kendimizi ne zaman cezalandırmaktan vazgeçiyoruz?

Acaba en çok hangisinden korkuyoruz?
Hiç bir şeyin bir daha geçmişteki gibi olamayacağından mı, yoksa herşeyin geçmişin bir tekrarı olmasından mı?

07 Eylül 2008
Haşim Arıkan

Fotograf: Gerard Butler

Bedeni rahatlamaya başlıyor, ruhu huzurla yeniden tanışıyor...


Bazen yalnız kalmak iyi geliyor insana.
Herşeyden, herkesten biraz olsun uzaklaşmak.

Yalnız olduğu zamanlarda biraz daha büyüyor sanki insan.
Zihnindeki geçmişe ait parmak izlerini, yalnız olduğu zamanlarda silebiliyor.
Yalnız kaldığında, süresi dolan acılarının, değerlerini nasıl yitirdiklerini, içinde nasıl çürüdüklerini fark edebiliyor.

Yalnız olduğu zamanlarda dolaşmaya başlıyor insanın zihninde, yeni, harika düşünceler.
Yalnız olduğu zamanlarda atılıyor umutlara dair ilk tohumlar.
Biraz emek verip, onları beslediğinde, hepsi tohumunu patlatıp filizlenmeye başlıyor.
Büyüyüp serpiliyorlar.
Bazıları zaman içinde insanı ayakta tutan koca bir çınara dönüşüyor.
Zor zamanlarında birer can simidi olup, insanı ayakta onlar tutuyor.

Yalnız olduğu zamanlarda farkına varıyor insan.
Aslında kendisinin hem ustası, hem de çırağı olduğunun.
Dışarıda aradığı tüm cevapların aslında hepsinin kendi içinde saklı olduğunun.

Yalnız olduğu zamanlarda, üzerini kaplayan geçmişin tozlarından arınıyor insan.
İçindeki birşeyler dışarı çıkmak için sanki insan yalnız kaldığında harekete geçiyor.

Yalnız kaldığı zamanlarda, kendisi hakkındaki asıl gerçeğe bir adım daha yaklaşıyor insan.
Kim olduğunun, dünya denilen sahnedeki oynanan oyunda rolünün ne olduğunun farkına varıyor.
Yürümekte olduğu yolda o güne kadar ne kadar yol aldığını, sadece kendisi keşfedebiliyor...

23 Ocak 2011
Haşim Arıkan

Fotograf: Marilyn Monroe

Zor değil mi, zihnin gizli odalarını, saklı güdülerini, karmaşık mirasını keşfedebilmek...


Zor değil mi?
Kendini anlayabilmek için, dünyayı unutabilmek.
Zihninin gizli odalarını, saklı güdülerini, karmaşık mirasını keşfedebilmek.
Zihnini fethetmek.
Kısıtlamasız, dirençsiz, korkusuz, savunmasız bir yaşam sürebilmek!
Kendini umarsızca dünsüz, yarınsız, sonsuz deneyimlerin kollarına bırakabilmek!
İçinde hiç bir zorlama hissi, olmama, kazanamama, ulaşamama korkusu duymadan yaşamın akışına karışıp akıp gidebilmek, yaşamla bütünleşebilmek, onun anlattıklarını keyifle dinleyebilmek!

Kolay değil mi?
Dünyayı keşfetmek için kendini unutabilmek.
Duygular, düşünceler, arzular, korkular, beklentilerden oluşan bir bulut kümesinin içine gömülü, asıl gerçekleri görmeden yaşamak.
Anıları, hatıraları, deneyimleri sürekli zihninde biriktirmek.
Herşeyi, sadece düne dair deneyimlerle renklendirip, projekte eden bir zihnin, senin görmeni istedikleriyle sınırlı olarak görmek!

Bildik acıları, yaşanmamış mutluluklara tercih etmek.
Öğrenilmiş bir çaresizlikle, hayattan sürekli şikayet ederek, kendini seni mutlu etmeye adamadığı için ona öfkelenmek.

Kolay değil mi?
Olması gerekeni sadece hayal edip, bekleme odasında onun olmasını beklemek.
O odada geçen süreye de “Yaşam” adını vermek.

Zor değil mi?
Olanla yüzleşebilmek.
Düşünsel, duyusal özgürlüğünü her koşulda koruyabilmek.
Keşfedilmiş bir anlam yerine, kendi başına bir anlama sahip, özgür  ve özgün bir yaşam sürebilmek...

4 Şubat 2011
Haşim Arıkan

Fotograf: Anthony Hopkins

Neden düşüncelerin bağlarından kurtarıp özgür bırakamıyoruz aşkı?


Ne tuhaf değil mi?

İkimiz de duramıyoruz zihnimize kayıt etmeden birbirimizi.
Biriktirmekten vazgeçemiyoruz anılarımızı?
Hazlarımızı kaydediyoruz.
Tartışmalarımızı kaydediyoruz.
Neşemizi kaydediyoruz.
Üzüntülerimizi kaydediyoruz.
Zamanla birbirimiz hakkında ne çok şeyi imgeleştirip zihnimize yığıyoruz.

Sonrası ise;

Kendimizi onlardan bir daha kurtaramıyoruz.
Yaşanacak olanı onlarla karşılıyoruz,
Yaşananı onlarla karşılaştırıyoruz.
Sürekli bölünüyoruz, çatışıyoruz.
Yoruyoruz, yıpratıyoruz kendisi zaten çok narin olan aşkı!
Engelliyoruz yaşanacak olanı.
Kısıtlıyoruz, kırıyoruz, döküyoruz, yaralıyoruz.

Neden aşkı düşüncenin yörüngesi oturtmayı bu kadar çok seviyoruz?
Neden düşüncelerin bağlarından kurtarıp onu özgür bırakamıyoruz?
Anlamını neden yaşarken veremiyoruz?
Neden hiç bir eksiği olmayan bir özgürlük gibi yaşayamıyoruz biz aşkı?

15 Ocak 2011
Haşim Arıkan

Fotograf: Nicole Kidman & Baz Luhrmann

Bu blogda yer alan tüm fotoğraf ve diğer telif hakkı içeren içerikler salt tanıtım amaçlıdır.
Copyright © 2006-2021 Haşim Arıkan

İçerikler kaynak gösterilmeksizin kopyalanamaz, alıntı yapılamaz.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu çerçevesinde tüm hakları saklıdır.

hasimarikan@hasimarikan.com